
Dünyanın dört bir yanındaki sokaklardan sosyal medya akımlarına kadar her alanda yankı bulan bir hareket var: Woke kültürü. Peki, bu kültür gerçekte neyi savunuyor. Toplumu nasıl dönüştürmeyi amaçlıyor? “Woke” olmak, sadece gündemi takip etmekle kalmak mı, yoksa toplumsal eşitsizliklere karşı bir savaş açmak mı?
Woke Kültürü Nedir?
Woke kültürü, sosyal adalet ve eşitlik meselelerine duyarlılığı ifade eden bir kavram olarak doğmuş, ancak zamanla çeşitli ideolojik tartışmaların merkezinde yer alan geniş kapsamlı bir olguya dönüşmüştür. İngilizcedeki “awake” kelimesinden türetilen “woke” terimi, özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren siyah aktivistler tarafından ırksal adaletsizliğe karşı bilinçli olmayı vurgulamak için kullanılmıştır. Ancak günümüzde woke kültürü, yalnızca ırkçılığa karşı farkındalıkla sınırlı kalmayıp toplumsal cinsiyet, LGBTQ+ hakları, sömürgecilik sonrası hafıza, feminizm ve ekolojik adalet gibi birçok alanı kapsayan geniş bir sosyal bilinç çerçevesine dönüşmüştür.
Bu kültürün temelinde, sistemik eşitsizliklerin farkına varma ve onları sorgulama fikri yatar. Woke bireyler ve topluluklar, tarihin belirli gruplar üzerindeki baskıcı etkilerini analiz eder, yapısal değişimler talep eder ve sosyal adalet mücadelesini etik bir sorumluluk olarak görürler. Kapitalizm, ataerkillik ve sömürgeci geçmişin günümüze etkileri gibi konular, woke söyleminin merkezinde yer alır. Bu noktada, woke hareketinin yalnızca bir farkındalık biçimi değil, aynı zamanda kültürel ve politik bir aktivizm biçimi olduğunu belirtmek gerekir. Sosyal medyanın yükselişiyle birlikte, bu hareketin küresel ölçekte yaygınlık kazandığını ve özellikle genç nesiller arasında güçlü bir yankı uyandırdığını görüyoruz.
Ancak woke kültürü, destekçileri kadar sert eleştirilerle de karşılaşmaktadır. Eleştirmenler, woke hareketinin zaman zaman aşırı duyarlılıkla otosansürü ve iptal kültürünü (cancel culture) beslediğini iddia ederler. Buna göre, bazı woke aktivistleri, farklı düşünceleri dışlayan veya geçmişte hatalı söylemlerde bulunan bireyleri toplumsal olarak itibarsızlaştıran bir tutum benimsemektedir. Eleştirmenler, bu durumun ifade özgürlüğüyle çeliştiğini ve fikirsel çoğulculuğu zayıflattığını öne sürerler. Öte yandan, woke savunucuları, toplumsal dönüşüm için bazı radikal adımların gerekli olduğunu ve geçmişte görmezden gelinen grupların seslerini yükseltebilmeleri için geleneksel normların sarsılması gerektiğini savunurlar.
Bu bağlamda, woke kültürü, farklı coğrafyalarda farklı biçimlerde kendini gösteren bir fenomen haline gelmiştir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde woke hareketi özellikle ırksal adalet ve cinsiyet kimliği meseleleri etrafında şekillenirken, Avrupa’da daha çok göçmen hakları ve sömürgecilik geçmişinin ele alınışıyla bağlantılıdır. Türkiye, Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Romanya gibi Doğu Avrupa ülkelerinde ise woke kavramı genellikle Batı kaynaklı bir akım olarak algılanmakta ve yerel sosyopolitik dinamiklerle kesiştiği noktalarda farklı tepkilerle karşılaşmaktadır.

Woke Kültürünün Kökenleri ve Tarihçesi
Woke kültürü, modern bir internet fenomeni gibi görünse de aslında uzun bir tarihsel geçmişe sahiptir. Kavramın kökleri, yukarıda da bahsedildiği gibi, özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren Afro-Amerikan toplulukları içinde şekillenmeye başlamıştır. 1930’lu yıllarda siyahi yazar ve aktivistlerin metinlerinde, ırkçılığa karşı bilinçlenme bağlamında bu kavrama yer verildiği görülmektedir. Ancak terimin popülerleşmesi, 1960’ların sivil haklar hareketi ile doğrudan bağlantılıdır.
1960’larda, Martin Luther King Jr. ve Malcolm X gibi liderler, Afro-Amerikan topluluklarını sistemik ırkçılığa karşı bilinçli olmaya çağırırken, woke kelimesi de bu farkındalığın bir simgesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. O dönemde, Jim Crow yasalarının hâlâ yürürlükte olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde, siyahların oy kullanma hakkı gibi temel yurttaşlık hakları için verdiği mücadeleler woke hareketinin temellerini oluşturmuştur. Bu yıllarda, Afro-Amerikan müziği ve edebiyatında da woke bilincine sıkça atıfta bulunulmuştur. Örneğin, 1972’de Gil Scott-Heron’un “The Revolution Will Not Be Televised” adlı şarkısı, baskıya karşı bilinçlenme çağrısı yapan bir manifesto niteliğindedir.
Woke kültürünün köklerini yalnızca ABD ile sınırlamak da doğru olmaz. Aynı dönemde, dünyanın farklı bölgelerinde benzer bilinçlenme hareketleri görülmüştür. Güney Afrika’da apartheid karşıtı hareket, Hindistan’da Dalit hakları mücadelesi ve Latin Amerika’daki sol eğilimli devrimci hareketler, woke bilincinin küresel tarihsel çerçevesini oluşturan örneklerdir. Postkolonyal teorinin gelişmesiyle birlikte, ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı söylemler, yalnızca Afro-Amerikan deneyimiyle sınırlı kalmamış, küresel çapta farklı toplumsal grupların mücadelelerinde yankı bulmuştur.
1980’ler ve 1990’lar, woke bilincinin yeni teorik açılımlar kazandığı bir dönem olmuştur. Bu yıllarda akademik dünyada postkolonyalizm, kimlik politikaları ve feminizmin üçüncü dalgası gibi teorik yaklaşımlar gelişmiş, woke bilincini genişleten yeni kavramsal çerçeveler oluşturulmuştur. Frantz Fanon, Gloria Jean Watkins ve Edward Said gibi düşünürlerin eserleri, toplumsal eşitsizliklerin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve epistemolojik düzeyde de işlediğini göstermiştir. Bu dönemde, woke kavramı giderek daha geniş bir toplumsal bilinç biçimine dönüşerek yalnızca ırkçılıkla, toplumsal cinsiyetle ve sınıf meseleleriyle de ilişkilendirilmeye başlanmıştır.
2000’li yıllarda internetin yaygınlaşması ve sosyal medyanın yükselişiyle birlikte woke kültürü, akademik çevrelerden popüler kültüre taşınmıştır. Özellikle 2013’te başlayan Black Lives Matter hareketi, woke kavramını küresel çapta bilinir hale getirmiştir. 2014’te Michael Brown ve Eric Garner gibi siyah vatandaşların polis şiddeti sonucu ölmesi, woke hareketinin yeni bir ivme kazanmasına neden olmuştur. Twitter, Instagram ve Facebook gibi platformlarda “Stay Woke” sloganı, toplumsal adalet hareketlerinin temel ifadelerinden biri haline gelmiştir.

Temel İlkeler
Woke kültürünün birinci temel ilkesi, toplumsal adalet ve eşitlik arayışıdır. Woke hareketinin savunduğu bu ilke, bireylerin sadece ırk, cinsiyet, sınıf veya diğer toplumsal kimliklerine göre ayrımcılığa uğramamalarını sağlamaya yönelik bir çağrıdır. Bu ilke, ayrımcılığın, baskının ve sömürünün tüm biçimlerine karşı duyarlı olmayı ve bunları ortadan kaldırmaya yönelik eylemler geliştirmeyi gerektirir. Woke bireyler, bu sorunların farkına vararak, yapısal eşitsizliklere karşı dururlar ve toplumsal değişim için mücadele ederler.
İkinci ilke, geçmişin ve tarihsel eşitsizliklerin farkında olmaktır. Woke kültüründe, toplumsal eşitsizliklerin tarihsel ve yapısal süreçlerden kaynaklandığı kabul edilir. Bu, geçmişteki kölelik, sömürgecilik, ırkçılık, cinsiyet ayrımcılığı gibi uygulamaların günümüzde hâlâ toplumsal eşitsizlikleri beslediği görüşünü içerir. Bu nedenle woke bireyler, tarihi anlayarak ve geçmişin etkilerini tanıyarak, daha adil bir toplum yaratma yolunda adımlar atmayı hedeflerler.
Üçüncü ilke, farklılıkları kabul etmek ve bununla gurur duymaktır. Woke kültürü, çeşitliliği bir zenginlik olarak kabul eder ve bu çeşitliliğin toplumları güçlendirdiğine inanır. Irk, cinsiyet, cinsel yönelim, kültürel geçmiş, dini inançlar gibi farklı kimliklerin toplum içinde eşit ve adil bir şekilde yer alması gerektiği savunurlar.
Dördüncü ilke, empati ve dayanışmadır. Woke kültürü, başkalarının acılarını anlamak ve bunlara duyarlı olmak adına empatiyi bir değer olarak kabul eder. Bu ilke, toplumdaki marjinalleşmiş ve ezilmiş gruplara yönelik bir dayanışma duygusu geliştirmeyi amaçlar. Woke bireyleri, bu gruplarla empati kurarak onların yaşadığı zorlukları ve sistemik baskıları anlamaya çalışırlar. Dayanışma, bu acılara karşı kolektif bir mücadele ve destek sunmayı ifade eder.
Beşinci ilke, sosyal medyada etkin olma ve ses çıkarmadır. Woke kültürünün hızlı bir şekilde yayılmasında, sosyal medya büyük bir rol oynamıştır. Günümüzde, sosyal medya, toplumsal sorunlara dikkat çekmek, farkındalık yaratmak ve aktif protestoları organize etmek için önemli bir araçtır. Woke bireyler, sosyal medya platformları aracılığıyla, marjinalleşmiş grupların seslerini duyurmasına yardımcı olur, toplumsal eşitsizliklere karşı tepkilerini gösterir ve bu eşitsizlikleri çözmeye yönelik çağrılar yaparlar.
Altıncı ilke, yapısal değişim talebidir. Bu ilke, eğitim, sağlık, hukuk, ekonomi gibi sistemlerdeki eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için yapısal değişikliklerin gerekli olduğunu vurgular. Woke savunucuları, mevcut sistemlerin bireyler üzerindeki baskıyı devam ettirdiği görüşündedir. Bu sistemlerin adil ve eşitlikçi bir şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğini savunurlar.

Woke Kültürünün Z Kuşağı Üzerindeki Etkileri
Z kuşağı, genellikle 1997 ile 2012 yılları arasında doğan genç nesil olarak tanımlanır. Teknolojinin, özellikle sosyal medyanın etkisi altında şekillenmiş bir kuşak olarak öne çıkar. Woke kültürünün bu kuşak üzerindeki etkileri, hem bireysel kimlik oluşumu hem de toplumsal bilinç düzeyinin gelişmesi açısından önemli değişimler yaratmıştır. Bu etkilerin ilk yansıması, Z kuşağının sosyal adalet, eşitlik ve çeşitlilik konusundaki duyarlılığında görülebilir.
Z kuşağı, genellikle ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi ve diğer ayrımcılık türlerine karşı diğer kuşaklara göre daha duyarlıdır. Sosyal medya platformlarının etkisiyle bu kuşak, farklı grupların karşılaştığı sistematik eşitsizlikleri daha açık bir şekilde gözlemleme fırsatı bulmuş ve bununla mücadele etme isteği geliştirmiştir.
Z kuşağının kimlik politikaları ve çeşitliliğe verdiği önemde woke kültürünün etkili olduğu söylenebilir. Bu kuşak, cinsiyet, ırk, etnik köken, din, cinsel yönelim gibi kavramları kesişimsel bir şekilde ele almayı öğrenmiştir. Özellikle LGBT+ hakları, trans hakları ve cinsiyet kimliği gibi konularda daha açık fikirli bir yaklaşım geliştirmişlerdir.

Sosyal Medyanın Rolü
Z kuşağı, sosyal medya platformlarını, toplumsal değişim için bir araç olarak kullanmakta oldukça beceriklidir. “Hashtag” aktivizmi ve çevrimiçi protestolar, gençlerin toplumsal sorunlara dikkat çekmelerinin, farkındalık yaratmalarının ve seslerini duyurmalarının en yaygın yolları olmuştur. Toplumsal adaletsizliklere karşı sesini duyurmak isteyen gençler için Twitter, Instagram ve TikTok, etkili birer meydan okuma alanı oluşturmuştur. Bu dijital aktivizm, Z kuşağının hem toplumsal farkındalık düzeyini artırmış hem de sosyal medya aracılığıyla birbirlerine bağlanmalarını sağlamıştır.
Woke Kültürünün Eleştirisi ve Geleceği
Woke kültürü, toplumsal değişim ve sosyal adalet hareketleriyle özdeşleşse de, geniş bir eleştiri yelpazesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu eleştiriler, genellikle hareketin özgürlükler üzerindeki etkisinden, kültürel normlara kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Woke kültürünün eleştirisi, bazen bireylerin haklarını savunmaya yönelik bir çaba olarak görülse de, bazen de bu çabaların aşırıya kaçtığı ve toplumsal yapıyı zayıflattığı savunulmaktadır. Geleceği ise, bu eleştirilerin ve karşıt görüşlerin şekillendireceği bir konu olarak belirginleşmektedir.
İlk eleştiri noktası, ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalardır. Woke kültürünün, toplumsal eşitlik ve adalet için önemli bir adım olarak görülse de, bazı eleştirmenler, bu hareketin bazen bireysel özgürlükleri sınırladığını savunur. Özellikle “cancel culture” (iptal kültürü) olarak bilinen fenomene dair kaygılar, bu eleştirilerin temelini oluşturur. İnsanların geçmişte söyledikleri veya yaptıkları hatalar nedeniyle sosyal olarak dışlanması, ifade özgürlüğüne bir tehdit olarak değerlendirilir. Eleştirmenler, bu tür bir kültürün, insanların fikirlerini serbestçe ifade etmelerini engelleyebileceğini ve bu durumun toplumsal tartışmalara zarar verebileceğini iddia ederler. Birçok akademisyen, woke kültürünün bazen aşırı muhafazakâr bir tavra dönüşebileceğini ve bu şekilde ifade özgürlüğünün kısıtlanabileceğini vurgular.
Bir başka eleştiri, aşırı politizasyondur. Woke kültürü, genellikle toplumsal sorunları çok fazla politize eden ve bireylerin özel hayatlarına bile müdahale eden bir hareket olarak görülür. Eleştirmenler, woke kültürünün, her toplumsal sorunu politik bir meseleye dönüştürerek, bu meselelerin bazen aşırı bir şekilde dramatize edilmesine yol açtığını savunur. Bu da, toplumsal sorunların çözümüne yönelik daha sağlıklı bir diyalog yerine, kutuplaşmaya ve toplumsal bölünmeye neden olabilir. Woke kültürünün, bazen gerçek anlamda toplumsal eşitlik yaratmaya yönelik pratik çözümler yerine, sembolik ya da geçici tepkilerle yetindiği iddia edilir. Bu durum, daha geniş bir toplumsal uzlaşıya varmak yerine, farklı gruplar arasında çatışmayı körükleyebilir.
Eleştirinin bir başka boyutu ise, gerçek toplumsal değişim yerine sembolik davranışlar üzerinden ilerleyen bir kültürün varlığıdır. Örneğin, şirketler ve büyük markalar, woke kültürüne duyarlı olduklarını göstermek için reklam kampanyaları yapabilir, ancak bu şirketlerin toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldıran somut adımlar atıp atmadığı tartışmalıdır. “Performative activism” olarak adlandırılan bu tür davranışlar, toplumsal sorunlara dikkat çekmeyi amaçlasa da, bazen gerçek bir değişim yaratmaktan çok geçici bir duyarlılık gösterisi olarak kalmaktadır.
Bunların yanı sıra, ekonomik sistemlere karşı duyarsızlık da bir başka eleştiri noktasıdır. Woke kültürü, bazen toplumsal eşitsizlikleri sadece kültürel ve sosyal düzeyde ele alırken, ekonomik eşitsizlikleri göz ardı edebilir. Zengin ile fakir arasındaki uçurum, büyük şirketlerin gücü ve kapitalizmin yarattığı yapısal eşitsizlikler gibi konular, woke hareketinin odağında her zaman yeterince yer bulmamaktadır. Eleştirmenler, ekonomik eşitsizliklere karşı yapılan mücadelenin daha geniş bir perspektife oturması gerektiğini ve woke kültürünün bu eksiklikle, sadece kültürel bir fenomen olarak kalabileceğini savunur.
Woke kültürünün geleceği, hiç kuşkusuz bu eleştirilerin ışığında şekillenecektir. Gelecekte bu kültürün, daha fazla toplumsal diyalog ve uzlaşıya dayalı bir yapıya evrilmesi muhtemeldir. Bu, hareketin, daha fazla insanı kapsayacak şekilde, her kesimden bireylerin ihtiyaçlarını dikkate alarak toplumsal eşitlik hedeflerine ulaşmasını sağlayabilir. Ayrıca, woke kültürünün daha somut toplumsal değişimlere dönüştürülmesi, şirketlerin ve bireylerin sadece duyarlılık gösterileri yapmak yerine, gerçek eşitlik ve adalet sağlamak için somut adımlar atmalarını gerektirecektir. Bu şekilde, woke kültürünün toplumsal bir araç olarak daha etkili olması sağlanabilir.
Ayrıca, yenilikçi ekonomik ve kültürel çözümler de gelecekte woke kültürünün bir parçası olabilir. Ancak bunun için, woke kültürünün sadece kültürel kimliklere dayalı tartışmalardan daha geniş bir toplumsal sorumluluk çerçevesine evrilmesi gerekmektedir. Zira, yalnızca kültürel eşitlik değil, aynı zamanda ekonomik ve yapısal eşitlik de gündeme alınmalıdır.