Antik çağlardan beri insanlar, tanrıları, ruhları ve diğer doğaüstü varlıkları mutlu etmek ve onlardan bazı isteklerde bulunmak için kurbanlar kesmiş, adaklar adamışlardır. Bu kurbanlar ve adaklar kimi zaman bitki ve hayvanlardan, kimi zaman ise cansız varlıklardan oluşmuştur.
İslam Öncesi Türk Kültüründe Kurban
Söz konusu İslam öncesi Türk topluluklar olduğunda hem hayvan kurbanının hem de bitki-yiyecek sunumlarının yaygın olduğu söylenebilir. Özellikle tahıl taneleri ve içki gibi gıdaların törensel adak olarak ruhlara sunulması (saçı saçmak) hem Türk halk kültüründe hem de Altay/Sibirya şamanizminde önemli bir yere sahiptir.
İskitler
Ural-Altay uygarlıklarından biri olan İskitler, heterojen ve konargöçer bir toplumdur. Karadeniz-Hazar göçebeleri, paleo-Sibirya toplulukları ve Altay halkları ile sıkı ilişkiler kurmuşlardır. Bu doğrultuda İskitlerin çeşitlilik gösteren dini inançları ve ritüelleri, toplumun kurban gelenekleri üzerinde de etkili olmuştur.
Heredot, İskitlerin her yıl tanrılara büyükbaş hayvanlar ve atlar kurban ettiğini aktarmıştır. At kurbanlarının bazılarında hayvanın kanının akıtılmayıp boğularak kurban edilmesi dikkat çekicidir. Bu uygulama, İskit toplumunda atın kutsal bir hayvan olarak görülmesiyle ve bu nedenle kanının dökülmemesi gerektiğiyle ilişkilendirilmektedir. Nitekim at, İskit kültüründe önemli bir sembol ve toplumsal değere sahip olup kurban edilmesi diğer hayvanların kurban edilmesinden daha özel bir anlam taşımaktadır.
İskitlerin kurban gelenekleri, İskit toplumunun geniş bir coğrafyada egemenlik kurmasıyla birlikte farklı varyasyonlara da sahip olmuştur. Örneğin, bazı İskit gruplarında kurban sırasında dökülen kanın şarapla karıştırılması gibi ilginç uygulamalar görülmüştür.
Kanlı ant ritüellerinde, kurban edilen hayvanın kanı biriktirilerek şarapla karıştırılır ve sonra topluluk tarafından içilirdi. Bu ritüeller, İskitlerin yanı sıra Hunlar, Macarlar ve Kumanlar gibi diğer Türk ve Altay kökenli toplulukların da kültürlerinde yer almaktadır.
İskitlerin kurban ritüelleri yalnızca dini bir seremoni değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasi bir anlam taşıyordu. Kurbanlar, tanrılara sunulan birer armağan olarak kabul edilirken aynı zamanda toplumun birliğini ve gücünü simgeliyordu. Kurban eylemi, toplumda sosyal düzenin ve hiyerarşinin göstergesi olarak önemli bir role sahipti. Bu ritüel, toplumsal bir bağışlanma, şükran ve adak şeklinde de değerlendirilebilir.
İskitlerin kurban pratikleri, yalnızca hayvan kurbanlarıyla sınırlı değildir. Zaman zaman tutsakların da kurban edildiği bilinmektedir. Tutsakların tanrılara sunulması, ezici zaferlerin ve toplumun gücünün bir ifadesi olarak görülürdü. Bu uygulama, İskitlerin savaşçı kimliklerini sembolize ederken aynı zamanda düşmanlarına karşı bir gözdağı olarak da işlev görürdü.
İskitlerin kurban ve adak gelenekleri zaman içinde diğer kültürel etkileşimler ve sosyolojik değişimlerle birlikte evrim geçirmiş olabilir. Ancak bu geleneğin temelindeki inançlar ve semboller, Hun ve Altay kökenli toplumlar arasında ortak bir bağ oluşturmuştur. İskitlerin kültürel mirası ve kurban görenekleri, ilerleyen yıllarda Türk kültür coğrafyasında yeniden kendini gösterecektir.
Asya ve Avrupa Hunları
Hunlar, İskitler gibi konargöçer bir toplum olarak hem Asya hem de Avrupa tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. İskitlerde görülen kurban ritüellerinin benzerlerinin Hunlar arasında da var olduğu Çin kaynakları tarafından aktarılmıştır. Bu ritüeller, Hun toplumunun dini inançları ve sosyal yapısıyla yakından ilişkilidir.
Çin kaynaklarına göre Asya Hunları, tıpkı İskitler gibi, tanrılara zaman zaman kurbanlar sunarlardı. Bu kurbanlar genellikle büyükbaş hayvanlar ve atlardan oluşurdu. Asya Hunları, kurban uygulamalarında özellikle at kurban etme geleneğine büyük önem verirlerdi. Kurban edilen atın ve diğer hayvanların kafatasları, ölen birinin arkasından mezarın yakınında bir sırığa geçirilirdi. Bu ritüel, Asya Hun toplumunda ölen birinin anısını ve ruhunu onurlandırmak amacıyla gerçekleştirilirdi.
Alman etnolog ve sosyolog Wolfram Eberhard (1909-1989), Asya Hunları üzerine yaptığı araştırmalarda bu kurban ritüellerini belgelemiştir. Onun aktardığı bilgilere göre Asya Hunları, atın yanı sıra diğer hayvanları da kurban olarak sunarlardı. Kurban hayvanlarının kafatasları, mezarın yanında bir sırığa yerleştirilerek görsel bir etki oluşturulurdu. Bu uygulama, Asya Hunları için hem dini bir ritüel hem de sosyal bir gösteriş şekliydi. Kafatasları, ölen kişinin itibarını ve statüsünü yansıtan semboller olarak kabul edilirdi.
Avrupa Hunları da, tıpkı Asya Hunları gibi, kurban olarak genellikle hayvanları tercih ediyorlardı. Özellikle atlar, sığırlar, koyunlar ve keçiler gibi hayvanlar kurban olarak sunuluyordu. Bu ritüeller, tanrıların ve ruhların hoşnutluğunu sağlamak, verimi artırmak, koruma dilemek ya da başarı elde etmek gibi amaçlarla gerçekleştiriliyordu.
Kurban törenleri genellikle belirli dini günlerde ya da özel kutlamalarda düzenlenirdi. Kurbanlar genellikle özel olarak seçilir, sunaklarda ya da diğer kutsal alanlarda kesilir ve bazen de bu etler topluluk arasında paylaşılırdı.
Göktürkler
Orta Asya steplerinde egemenlik kuran bir uygarlık olan Göktürklerin kurban ritüelleri, dini inançlarının bir parçasıydı. Bu ritüellerde hayvan kurbanı için birden çok yöntem geliştirilmişti.
İlk yöntemde, hayvan basit bir şekilde kesilerek kurban edilirdi. Bu yöntemde hayvanın yaşamı sona ererken kurbanın eti toplumun ihtiyaçları için kullanılırdı. Hayvanın kesilmesiyle kurbanın, toplumun bereketini artırdığına ve ruhların lütfunu çektiğine inanılırdı.
İkinci yöntemde hayvan, kanı dökülmeden boğularak kurban edilirdi. Kurbanın kanının dökülmemesi, hayvanın ruhunun zarar görmemesi amacıyla tercih edilen bir uygulamadır. Bu yöntem, kurban edilen hayvanda bir tür kutsallık ve özel koruma anlayışını yansıtmaktadır.
Üçüncü yöntem ise hayvanın tanrısal varlıklara adanıp doğaya salınmasıdır. Bu yöntemde hayvan kurban olarak sunulur ancak yaşamına son verilmez. Doğal dengenin korunması, tanrısal varlıkların ve ruhların cömertliğinin sürdürülmesi amaçlanır. Bu uygulama, hayvanın kurban edilmeden yaşatılması ve doğal döngüye geri dönmesi düşüncesine dayanmaktadır.
Göktürklerde yalnızca hayvanların değil, cansız varlıkların da kurban/adak olarak sunulması yaygın bir gelenktir. “Saçı” adı verilen bu uygulamada tahıl ürünleri, şarap ya da kımız gibi içkiler ve belirli değerli objeler ruhlara sunulur. Saçılar, genellikle toprağa, suya ya da ateşe saçılır. Bu ritüeller, doğanın bereketini artırmak, tanrılara olan minnettarlığı ifade etmek ve koruyucu ruhlardan yardım dilemek amacıyla gerçekleştirilirdi.
Bizanslı tarihçi Theophylaktos Simokates, Göktürklerin göğe ve toprağa at, koyun ve sığır kurban ettiklerini kaydetmiştir. Özellikle atın kurban edilmesi, Göktürk kültüründe özel bir öneme sahipti. At, Göktürklerin savaş yeteneklerini simgelerken, aynı zamanda gökyüzüne olan yakınlıklarını da ifade ederdi. Bu nedenle at kurban etmek, Köktengri’ye olan bağlılıklarını vurgulayan önemli bir adaktı.
Göktürklerde ölen bir kişinin ruhunun huzur içinde olması ve diğer dünyaya geçişi için atının da onla birlikte gömülmesi yaygın bir uygulamaydı. Bu ritüel, ölen kişinin saygınlığını ve statüsünü yansıtırken, aynı zamanda atın kutsallığına olan inancı da gösterirdi.
“At, Türk’ün kanadıdır.”
KÂŞGARLI MAHMUT (1008-1102)
Kırgızlar
Wolfram Eberhard’ın aktardığı bilgilere göre İslam öncesi Kırgız Türkleri tanrılara, doğa ruhlarına ve özellikle Umay’a kurbanlar sunmaktadır.
Kırgızlarda en popüler kurban hayvanları arasında at, sığır ve koyun bulunur. At, Kırgız kültüründe özel bir öneme sahiptir ve at kurban etme geleneği günümüzde de kısmen devam etmektedir.
At, Kırgız toplumunda güç, özgürlük, savaşçılık ve bereket simgesi olarak kabul edilir. Bu nedenle at kurban etmek, Kırgız Türklerinin atın kutsallığına olan inancını ve ona olan saygısını ifade etmektedir.
- Engin AKGÜN, “ŞAMANİST TÜRK HALKLARINDA KURBAN SUNGUSU VE KENDİSİNE KURBAN SUNULAN VARLIKLAR” Türk Dünyası Araştırmaları, 172 (2008)
- Selahaddin BEKKİ, “Türk mitolojisinde kurban” Akademik Araştırmalar, 3 (1996): 16-28
- Umut ÜREN, “Türklerde at kurbanı ve Dede Korkut’taki izleri” Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi 15.2 (2015): 65-74