Ölene dek asla deneyimleyemeyeceğimiz bir olgu, ölümün ta kendisi. Kimilerimiz onu basit bir dönüşüm olarak ele alsa da ölüm, pek çok kişi için kaderin kötü bir cilvesi. Öyle ki, hem edebiyat hem de sanat ölümsüzlük ve sonsuz yaşam mitleriyle doludur. Mitlerse ölümle özdeşleştirilmiş karakterlerle…
Ana Hatlarıyla Türk Mitolojisinde Ölüm
Bilindiği kadarıyla ölüm, Türk topluluklarda hiçbir zaman mutlak bir son olarak görülmemiştir. Hem arkaik sözlü gelenek hem de Türk topluluklardaki yaygın ölüm ritleri bu açıklamayı doğrulamaktadır.
Öteki yaşama inanıldığına yönelik en önemli kanıtlar gömütlerden ve kurganlardan elde edilmektedir.
Eski Türkler ölümü, ruhun fiziksel bedenden sıyrılıp başka bir âleme geçmesi olarak yorumlamıştır. Bu nedenle ölünün öteki âlemde işine yarayabilecek materyalleri de ölüyle birlikte gömmüşlerdir. Ölen kişi bir savaşçıysa mezarının etrafına öldürdüğü düşmanları sembolize eden ve balbal olarak adlandırılan kaba taş heykeller dikmişlerdir. Öldürdüğü düşmanların, öteki âlemde savaşçının hizmetine gireceğine inanmışlardır.
Ancak ölen kişi cenneti garantilemiş bir savaşçı olsa bile ölüm, Tengrici Türklerde katı bir yas sürecini beraberinde getirirdi. Ölünün arkasından yazılan sagular bu sürece ilişkin önemli ipuçları vermektedir.
Cenaze törenleri sırasında ölünün yakınlarının kurban kesmesi, erkeklerin saçlarını traş etmesi, yüzlerine ya da vücutlarının belirli yerlerine çizik atarak biraz kan akıtması en yaygın ritlerdi. Bunlar arasından günümüze ulaşan tek gelenek kurban kesmektir.
Hem Anadolu’daki hem de Orta Asya’daki bazı Müslüman Türk boylarda ölünün ardından kurban kesme geleneği İslam’a uygun hâle getirilerek günümüze ulaştırılmıştır. Geleneğin İslâmî yorumunda amaç kurban edilen hayvanın etini konu komşuya dağıtarak ölü için hayır duası almaktır.
Türklerde Ölü Gömme Şekilleri ve Mumyalama
Eski Türklerde en yaygın gömme şekli, ölünün basit yöntemle toprağa verilmesiydi. İnhumasyon olarak adlandırılan bu yöntemle oluşturulan bazı mezarlarda ölülerin hocker pozisyonunda gömüldüğü görülmüştür.
İnhumasyona ek olarak kremasyon (yakma) ve tabutla ağaca asma gibi şamanist unsurlar barındıran pratiklerin de uygulandığı bilinmektedir. Kremasyon, ateşin temizleme gücüyle, tabutla ağaca asma ise yaşam ağacıyla bağlantılı gözükmektedir.
İnhumasyon yönteminde büyük mezar ve kurgan hazırlama işleminin bazen aylar sürmesi ve mevsim koşullarının elverişsiz olması, mumyalama tekniğinin gelişmesini sağlamıştır. İskit, Hun ve Göktürk mezarlarında bu nedenle pek çok mumyalanmış ceset bulunmuştur.
Mumyalama geleneği Göktürklerden sonra da devam etmiştir. Selçuklularda ve Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde kimi devlet büyüklerinin mumyalanarak gömüldüğü bilinmektedir.1
Aldacı Han ve Yardımcı Aldacılar
Aldacı, Türk mitolojisinde ölümle özdeşleştirilmiş mitolojik bir varlığın adıdır. Emrindeki birlikler “yardımcı aldacılar” olarak bilinir. Bu durumda baş aldacı “Aldacı Han” olarak adlandırılır.
Aldacı Han, Türk ve Altay mitlerinde kısaca ölüm meleğine karşılık gelen varlık olarak tanımlanabilir. Ancak Tengrici Türklerde günümüzdeki anlamıyla melek kavramı olmadığı için bu tanımın biraz eksik kaldığını belirtmek gerek.
Yer altı tanrısı Erlik tarafından gönderildiğine inanılan Aldacı Han’ın görevi, ölüm vakti gelenlerin canlarını almaktır.
Aldacı Han günümüzdeki ölüm meleği ve Azrail tiplemelerinden farklı olarak siyah bir ata binen, uzun siyah giysiler giyen, geçtiği yere korku salan, acımasız ve güçlü antropomorfik bir figür olarak betimlenmiştir.
Türk inancına göre ölüm iki türlü gerçekleşmektedir. İlk ölüm şeklinde Erlik, yeryüzüne gönderdiği Aldacı Han aracılığıyla kişinin ruhunu alır. Bu ölüm şekli zamansız ölüm olarak adlandırılır. Aldacı Han’ın yardımcıları, ruhu alınan kişinin geçmişteki atalarıdır.
Zamansız ölümden kurtulmak için tek yol belirli aralıklarla bir hayvanı kurban verip Erlik’in gönlünü almaktır.
İkinci ölüm şekli ise zamanlı ölümdür. Bu ölüm şeklinde kişi yeterince yaşamış ve artık öteki âleme geçme vakti gelmiştir. Kişinin ruhu bu dünyada nasıl yaşadığına bağlı olarak ya Uçmag’a (Cennet) yükselecektir ya da Tamu’ya (Cehennem) inip Erlik’in ve Aldacı’nın hizmetine girecektir.
Ruhlar Bayramı
Aldacı Han’ın girdiği evde yas süreci devam ederken ev halkı bir yandan da ruhlardan korunmaya çalışırdı. Bunun için evde birtakım değişiklikler yapılır ve arındırma ritüelleri uygulanırdı.
Türk mitolojisine göre Aldacı Han’ın yardımcıları, ölü çıkan evde ve evin çevresinde bir süre daha gezinmeye devam ederdi. Bu süre genellikle yetişkin ölümlerinde 40 gün, çocuk ölümlerinde 7 gün kabul edilirdi. Bu süre boyunca hiçbir eşya evden dışarıya çıkarılmazdı.2
Bazı bölgelerde bu sürenin bitiminde kötü ruhların evden uzaklaştırılması için ev bir şaman eşliğinde ardıç dallarıyla tütsülenirdi.3
Şaman aynı esnada kötü ruhların evi terk etmesi için dualar edip davul çalardı. Eğer ölünün ruhunun evi terk etmek istemediğine kanaat getirilirse şaman, ruha telkinde bulunur ve ona yol gösterirdi.
Jean-Paul Roux, ateşin kutsal sayıldığı Türk topluluklarda, evin yanı sıra ölünün yakınlarının da iki ateş arasından geçirilirek arındırıldığını aktarmıştır.4
Ev ruhlardan arındırıldıktan sonra ölünün yakınları konu komşuya yiyecek-içecek dağıtırdı. O gün Ruhlar Bayramı olarak adlandırılır ve herkes merhum için iyi dualarda bulunurdu.
Bu gelenek günümüzde “40’ı çıkma” adıyla kısmen sürdürülmektedir.
- “İslamiyetten Önce Türklerde Ölüm Anlayışı ve Defin Yöntemleri”, İbrahim ONAY, Gümüşhane Üniversitesi, Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, Ocak 2013[↩]
- “Türk Söylence Sözlüğü“, Deniz KARAKURT[↩]
- “Eski Türk Dini Tarihi”, Abdülkadir İNAN, ISBN: 978-6056600975[↩]
- “La Mort Chez Les Peuples Altaïques Anciens Et Médiévaux”, Jean-Paul ROUX, ISBN: 978-2720002274[↩]