Arkeolojik Veriler Işığında Hitit Vebası ve Antik Anadolu’da Sosyal Çöküntü

Bronz Çağı’nın sonlarına doğru Anadolu’da beklenmedik bir tehlike baş gösterdi: Hitit Vebası. Tarihin ilk salgınlarından biri olarak kabul edilen Hitit Vebası, kısa sürede Doğu Akdeniz ve Güney Anadolu’nun büyük bir bölümünü ele geçirdi. Öyle ki altın çağını yaşayan Hitit toplumunun hem fiziksel hem de psikolojik olarak yerle bir olması yalnızca birkaç yıl sürecekti…

Knowledge grows when shared!

Hitit Vebası Nedir? Hitit Vebasının Ortaya Çıkışı

Hitit Vebası, Bronz Çağı’nın sonlarına doğru, MÖ 14. yüzyılda Doğu Akdeniz civarında ortaya çıkan ölümcül bir hastalıktır. Levant, Kıbrıs ve Anadolu’da etkili olduğu bilinen hastalık, kısa sürede bir salgına dönüşerek Hitit halkını deyim yerindeyse darmadağın etmişti. Kokobasil bir bakteri türü olan Francisella tularensis ile ilişkilendirilen Hitit Vebası, tarihteki ilk salgınlardan biri olarak kabul ediliyor.1

M.Ö. 14. yüzyıla ait Hitit metinlerinde çok sayıda ölüme neden olan bir salgın hastalığın varlığından söz edilmektedir. Bu tarihi kayıtlar, veba salgınının hem sivil hem de askeri alanda hızla yayıldığını gösteriyor.

Hitit Vebası, ağır ölümlerin yanı sıra Hitit toplumunun idari ve sosyal düzeninde de pek çok probleme neden olmuştur. Üstelik salgın, ciddi anlamda askeri ve siyasi faaliyetlerin yoğunlaştığı bir dönemde patlak vermiştir. Nihayetinde Hititler son derece uygar fakat savaşçı bir topluluktu. Etrafları düşmanlarla çevriliydi. Mısırlılarla, Asurlularla ve daha birçok halkla defalarca çatışmaya girmişlerdir. Askerlerin bu bölgedeki insanlarla etkileşim halinde olması ve düşman kentlerinin ele geçirilmesi, salgının kısa sürede geniş alanlara yayılmasına neden olmuştur.

Tarihi kaynaklar, Hitit Vebası’nın muhtemelen komşu bölgelerle bu tür temaslar yoluyla, büyük olasılıkla savaş ya da alım satım yoluyla yayıldığını işaret ediyor. Ancak baskın görüş, salgının Levant bölgesinden Hitit topraklarına getirilen Mısırlı esirler ve onlara eşlik eden Hitit askerleri nedeniyle Anadolu’ya taşındığı yönündedir.2

Hastalığın kesin kökeni ve vektörleri, tarihçiler ve epidemiyologlar tarafından araştırılmaya devam ediyor. Öne çıkan bazı görüşler olsa da henüz bir fikir birliğine varılabilmiş değil. Ancak kesin olan şu ki salgın, Hitit toplumunda sosyal statü, ırk, din, cinsiyet farketmezsizin herkesi derinden etkilemiş ve pek çok kişinin yaşamını yitirmesine neden olmuştu.

Nergal’in Eli
MÖ 14. yüzyılın ortalarında Hitit Vebası Alašiya’ya (Kıbrıs) da sıçradı. Alašiya hükümdarı bu felaketten Mısır firavununa yazdığı Amarna Mektubu’nda (EA 35) bahsetmiştir. Adadaki salgın o kadar şiddetliydi ki Alašiya hükümdarı firavuna hiç erkek işçi kalmadığını yazmıştı. Mektupta vebaya gönderme olarak “Nergal’in Eli” ifadesinin kullanılması özellikle ilgi çekicidir. Nergal, Mezopotamya mitolojisinde ölüm tanrısı olarak bilinir. Salgına onun adının verilmesi, insanların sadece fiziksel olarak değil sosyal ve ekonomik olarak da sarsıldığını göstermektedir. Nergal adının kullanılması, insanların bu salgını ilahi bir ceza olarak algıladıklarını işaret ediyor.
Fotoğraf: Udimu (Wikimedia)

… Sana 500 talant (yaklaşık 15 ton) bakır gönderiyorum. … Bakır miktarı az diye tasalanma kardeşim. Nergal’in Eli artık benim topraklarımda. Ülkemin bütün erkeklerini öldürdü. Tek bir bakır işçisi bile kalmadı. …

Amarna Mektubu’ndan (EA 35)

Tularemi Hastalığının Tanımı ve Belirtileri

“Tavşan ateşi” olarak da bilinen tularemi, Francisella tularensis bakterisinin neden olduğu ölümcül bir hastalıktır. Zoonotiktir, yani hayvanlardan insanlara bulaşabilir. Böcek ısırıkları, enfekte hayvanlarla doğrudan temas, kontamine toz parçacıklarının solunması ya da yutulması gibi çeşitli yollarla yayılabilir.3

Hitit vebası: Francisella tularensis
Francisella tularensis
Fotoğraf: NIAID (Flickr) ©️CC BY 2.0

Tularemi ile ilgili belirtiler enfeksiyon yoluna bağlıdır. Ancak genellikle ateş, titreme, baş ağrısı, kas ağrısı ve yorgunluk gibi semptomlar görülür. Hastalık ilerledikçe solunum komplikasyonları, ciltte ya da mukozada ülserasyonlar, şişmiş lenf düğümleri ve sonunda zatürre ile sonuçlanır. Tedavi edilmediğinde tularemi genelde ölümcüldür ancak erken teşhis edildiğinde antibiyotiklerle kolaylıkla tedavi edilebilir.

Hitit Vebası’nın tarihi metinlerde kaydedilen belirti ve semptomları, tularemininkilere benzer. Modern araştırmalar, Hitit İmparatorluğu’nu kırıp geçiren hastalığın tularemi olduğunu işaret etmektedir. Çünkü çok hızlı başlayan ateş, şiddetli halsizlik ve yüksek ölüm oranları, bu hastalığın salgınlarıyla birebir tutarlıdır.

Veba Sırasında Hitit İmparatorluğu’nun Coğrafi ve Siyasi Durumu

Hitit İmparatorluğu M.Ö. 14. yüzyılda Yakın Doğu’nun önde gelen siyasi güçlerinden biriydi. İmparatorluk, Karkamış ve Halep gibi önemli kentleri kontrol altına alarak nüfuzunu Suriye ve Levant’a kadar yaymıştı. Hitit İmparatorluğu’nun Ege’den Doğu Anadolu’ya, Karadeniz’den Mezopotamya’ya dek uzanan sınırları, Hititlerin ticaret yollarına hâkim olmasını sağlamıştı. Bu durum bölgedeki hem ekonomik refaha hem de kültürel etkileşime büyük katkı sağlamıştı.

MÖ 14. yüzyılın sonlarında Hitit İmparatorluğu’nun egemenlik alanı.
Fotoğraf: Ennomus (Wikimedia)

Hitit İmparatorluğu siyasi açıdan monarşik bir sistemle yönetiliyordu. Kral sadece siyasi bir lider değildi, aynı zamanda önemli dini sorumluluklara da sahipti. İmparatorluk, kimi zaman Mısır, Mitanni ve Asur gibi komşu devletlerle çatışmalara girmiş, kimi zaman da stratejik plan ve çıkarları doğrultusunda diplomatik yollara başvurarak onlarla ittifaklar kurmuştur. Bilinen en eski barış antlaşmalarından biri olan ve Mısır ile imzalanan Kadeş Antlaşması, Hititlerin uyguladığı karmaşık diplomatik stratejilerin en eski örneklerden biridir.

M.Ö. 14. yüzyılda Hitit İmparatorluğu’nu derinden etkileyen Hitit Vebası, birçok ölüme neden oldu. Salgın, mevcut iç çekişmeleri ve veraset krizlerini daha da kötüleştirerek kraliyet ailesi içinde güç mücadelelerine ve istikrarsız dönemlere yol açtı. İmparatorluğun veba nedeniyle zayıflaması, ilerleyen dönemlerde Hititleri dış tehditlere ve iç isyanlara karşı savunmasız hale getirecekti.

Şuppiluliuma I ve onun ardılı olan krallar, tanrıları yatıştırmak için ritüellere ve dini törenlere başvurdular. Bu döneme ait yazışmalar ve kayıtlar, Hitit krallarının vebanın toplumları üzerindeki etkisi ve yönetimlerinin devamlılığı konusundaki kaygılarını açığa çıkarmaktadır. Bununla birlikte Hitit İmparatorluğu bu zorluklara rağmen siyasi yapısını ve nüfuzunu korumayı başarmıştır. Ancak Hitit Vebası’nın uzun vadeli etkileri, sonraki yıllarda Hititlerin gücünün azalmasına katkıda bulunan faktörlerden biri olarak kabul edilecektir.

Ticaret Yolları ve Salgının Yayılması

Hitit İmparatorluğu, antik Yakın Doğu’yu Akdeniz ve Ege’ye bağlayan birçok önemli ticaret yolunun kavşağında bulunuyordu. Alım satım sırasında izlenen rotalar malların, teknolojilerin ve hatta düşüncelerin bir noktadan diğerine kolayca akmasına olanak tanıyordu. Ancak diğer taraftan Hitit Vebası ile ilişkilendirilen tularemi gibi bulaşıcı hastalıkların da hızlı ve kolay yayılmasına neden oluyordu.

Antik dönem ticaret yolları hem karadan hem de denizden ilerliyordu. Kara yolları Anadolu’nun engebeli coğrafyasından geçerek Hitit kentlerini Mezopotamya, Levant ve Ege kentleriyle birbirine bağlıyordu. Deniz yolları ise Akdeniz kıyısındaki limanları birleştirerek Hitit İmparatorluğu, Mısır ve diğer kıyı uygarlıklarında malların hareketini kolaylaştırıyordu. İnsanların ve ticari malların bu sık hareketi, kullanılan rotalarda hastalık bulaşma riskini artırıyordu. Dolayısıyla Hitit Vebasının nasıl bu kadar hızlı bir şekilde imparatorluğun geneline yayıldığı, bu açıdan kolaylıkla tahmin edilebilir.

Hitit Vebası, Biyolojik Bir Savaş Tekniği miydi?

Farklı halkların ticaret merkezlerinde ve askeri kamplarda bir araya gelmesiyle oluşan koşullar, bulaşıcı hastalıkların hızla yayılmasına neden olmuştur. Ancak bazı tarihçiler ve epidemiyologlar Hitit Vebası’nın eski bir biyolojik savaş tekniği olarak kullanılmış olabileceği ihtimalini de değerlendiriyorlar.4 Nitekim Hititlerin üst düzey askeri becerileri, onların gerçekten de böyle bir şeyi yapabilecek kapasitede olduklarını gösteriyor.

Tarihi kayıtlar, Hititlerin ya da düşmanlarının M.Ö. 1200’den önce tularemiyi biyolojik bir savaş tekniği olarak kullanmış olabileceklerini gösteriyor. Yani, savaş esirleri ve hayvanlar, rakibin askeri ve sivil gücünü zayıflatmak amacıyla bilinçli bir şekilde düşman topraklarına getirilmiş olabilir.

Hitit Vebası’nın biyolojik bir silah olarak kullanıldığını doğrudan kanıtlayacak çok az bulgu olmasına rağmen, bu stratejinin rakibe karşı pek çok avantaj sağlayacağı da aşikâr. Çünkü hastalık o kadar hızlı yayılıyor ve ölüm oranı o kadar yüksekti ki, çatışma olmadan düşman gücünü zayıflatmanın mükemmel bir yolu olarak düşünülmüş olması son derece mantıklı, pek tabii sivil toplum ve savaş etiği göz ardı edildiğinde… Ancak bu stratejinin Geç Tunç Çağı’ndaki jeopolitik bağlamda savaş etiği açısından nasıl değerlendirilmiş olduğu üzerine net bir yargıya varmak da oldukça güç…

  1. Çoban, Hacı. “The Hittites Period (The Second Millennium BC) Plague Epidemic in Anatolia.” Journal of Current Research on Social Sciences 9.4 (2019): 233-244.[]
  2. Smith‐Guzmán, N. E., Rose, J. C., & Kuckens, K. (2016). Beyond the differential diagnosis: new approaches to the bioarchaeology of the Hittite plagueNew Directions in Biocultural Anthropology, 295-316.[]
  3. Feldman, K. A. (2003). TularemiaJournal of the American Veterinary Medical Association222(6), 725-730.[]
  4. Trevisanato, S. I. (2007). The ‘Hittite plague’, an epidemic of tularemia and the first record of biological warfareMedical hypotheses69(6), 1371-1374.[]
Share it, discuss it, keep it alive!