
Almanya’daki arkeologlar kısa süre önce Bavyera eyaletinde Bronz Çağı’ndan kalma, son derece iyi korunmuş bir kılıç buldular.
MÖ 1300 dolaylarında ortaya çıkan Urnfield kültürüne ait olduğu düşünülen kılıç, bir takım mezar eşyalarıyla birlikte tarihi Nördlingen kasabasında bulundu. Bu eserler genellikle arkeologlar için birer hazine niteliğindedir, çünkü dönemlerinin gelenek ve görenekleri hakkında önemli ipuçları barındırırlar. Dolayısıyla bu buluntular Orta Avrupa Geç Bronz Çağı’nın kültürel ve sosyo-ekonomik yapısını değerlendirmede arkeologlar için büyük önem taşımaktadır.
Uzmanlar daha yakından incelediğinde bu yeni bulunan kılıç ile Rixheim kılıçları arasında çarpıcı benzerlikler gözlemlediler. Bununla birlikte bu özel kılıcı diğerlerinden ayıran şey, sekizgen formlu ilginç kabzasıdır. Böyle sıra dışı bir tasarım, kılıcın kökeni, potansiyel sembolik anlamları ve antik toplumların kültürel etkileşimleri hakkında akla pek çok merak uyandıran soru getiriyor.
Kılıcın kabzasını süsleyen ayrıntılı dekorasyon, onun törensel bir obje olduğunu ya da yüksek statülü biri tarafından sahiplendiğini işaret ediyor. Nitekim antik uygarlıklar silahlarını yalnızca pratik amaçlar için değil, aynı zamanda güç, prestij ve hatta belki de tanrısal otorite sembolleri olarak kullanıyorlardı.
Kılıcın tasarımında sergilenen titiz işçilik, zamanın gelişmiş metal işleme becerilerinin de bir kanıtı olarak görülüyor. Kılıcın neredeyse hiç bozulmadan günümüze dek ulaşmış olması, bu eski teknikleri ayrıntılı olarak incelemek için araştırmacılara ender bir fırsat sunmaktadır.
Kılıcın bıçak kısmı, darbe ya da savaş sonucu oluşmuş herhangi bir hasar belirtisi göstermezken, şekli ve tasarımı, yaralamaya yönelik saldırılarda da oldukça işlevsel olduğunu gösteriyor. Bu, kılıcın hem bir savaş silahı hem de prestijli bir otorite sembolü olarak kullanılmış olabileceğini işaret ediyor. Eski silahlardaki işlevsel ve sembolik yönlerin birleşimi, antik toplumlarda savaş hüneri ile sosyal statü arasındaki karmaşık ilişkiye ışık tutması açısından önemlidir.
Bu olağanüstü derecede iyi korunmuş kılıcın keşfi, bölgenin eski sakinlerinin metal işleme uzmanlığı, sosyal yapıları ve inanç sistemleri hakkındaki anlayışımızı önemli ölçüde artırabilir. Araştırmacılar titiz incelemeler sonucu kılıcın kökenini, kültürel etkileşimlerini ve Bronz Çağı toplumlarındaki tarihsel bağlamını aydınlatmayı hedefliyor.
Akademisyenlere göre bu arkeolojik buluntular yalnızca geçmişe yönelik algımızı derinleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda antik uygarlıkları karakterize eden karmaşık kültürel alışveriş ve etkileşim ağlarını da yeniden değerlendirmemizi teşvik ediyor. Zira, Bronz Çağı’nda metalurjinin ortaya çıkması ve yaygınlaşması, gelişmiş silahların, genişletilmiş ticaret ağlarının ve sosyal hiyerarşilerin büyümesine neden olduğu için toplumlarının şekillenmesinde çok önemli bir rol oynamıştı.
Nördlingen’de keşfedilen kılıç, bu dönüştürücü nitelikteki süreçlerle somut bir bağlantı sağlayarak bizi antik dünyanın karmaşıklığını daha derinden araştırmaya davet ediyor.
Araştırmacılar bir yandan bu olağanüstü keşfin potansiyel kültürel önemini keşfederken diğer yandan kılıcın yapımında kullanılan işçilik ve malzemelerle de yakından ilgileniyorlar. Kompozisyon ve üretim tekniklerinin ayrıntılı analizi, eski toplumların ulaştığı teknolojik ilerlemelere ilişkin değerli bilgiler ortaya çıkarabilir. Araştırmacılar hammaddeleri, metalurjik süreçleri ve dövme tekniklerini inceleyerek bu güç ve prestij silahlarının yaratılmasında yer alan karmaşık sanatı yeniden tasarlayabilirler.
Diğer yandan kılıcın bir mezarlık içinde bulunmuş olması, onun savaş dünyasının ötesinde de bir öneme sahip olduğunu gösteriyor. Ölü gömme pratikleri genellikle antik uygarlıkların dini ve ruhani inançlarını daha iyi anlamamızı sağlar. Böylesine ince işlenmiş bir silahın mezar buluntuları arasında yer alması, onun ölümden sonraki yaşamda koruyucu ya da yol gösterici bir rolü olabileceğini düşündürüyor. Kılıç, bir savaşçının yeteneğinin sembolü olarak ya da ölülerin ruhlarını korumak amacıyla gömülmüş olabilir. Bu, aynı zamanda askeri niteliklere verilen önemi vurgulayıp eski toplumlarda sosyal statü ile dini inançların iç içe geçtiği fikrini güçlendirir.
Urnfield Kültürü
Avrupa’da Geç Tunç Çağı’nın önemli arkeolojik kültürlerinden biri olan Urnfield kültürü, sosyo-kültürel dönüşümlerin damgasını vurduğu çok önemli bir geçiş dönemini temsil eder. Kremasyon ve çömlek gömüleriyle ayırt edilen bu kültür, MÖ 1300’lerden itibaren MÖ 750’ye kadar Orta Avrupa ve çevresinde varlık göstermiştir.
Urnfield dönemi boyunca defin pratikleri, gömme kapları olarak çömleklerin yaygın bir şekilde kullanılmasına yol açan inhumasyondan kremasyona doğru bir değişim geçirmiştir. Genellikle birtakım mezar eşyalarının eşlik ettiği bu çömlekler, Urnfield uygarlığının kültürel ve sosyo-ekonomik yönlerinin anlaşılmasında çok önemli bir rol oynamaktadır.
Urnfield kültürü adını ölen kişinin yakılması ve kalıntılarının çömleklere yerleştirilmesi şeklindeki cenaze töreni geleneğinden almıştır. Bu uygulama Almanya, Avusturya, İsviçre ile Fransa, Macaristan ve Çekya’nın bazı bölgeleri dahil olmak üzere Orta Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde yaygındı. Vazo gömülerinin bolluğu ve dağılım biçimleri, bu coğrafi genişlik boyunca yaygın bir kültürel ağ ve sosyal etkileşimi göstermektedir.
Urnfield kültürü ile ilişkilendirilen maddi kültür, belirgin bir sanatsal ve teknolojik ilerlemeyi ortaya koymaktadır. Bronz, bu dönemde baskın bir metal olarak ortaya çıkmış; metalurjideki ilerlemeler ise ince işlenmiş aletler, silahlar ve kişisel süs eşyalarının üretilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu teknolojik ilerleme yalnızca tarımsal ve ekonomik etkinlikleri kolaylaştırmakla kalmamış, aynı zamanda sosyal statü ve bölgeler arası ticaret bağlantılarının da bir göstergesi olmuştur.
Urnfield kültürünün yerleşim birimleri büyüklük ve organizasyon bakımından çeşitlilik gösteriyordu. Kazılar, hem müstahkem tepe yerleşimlerinin hem de daha küçük, tahkimatsız köylerin varlığını kanıtlamıştır. Bu durum farklı bir sosyo-politik manzaraya işaret ediyor. Daha büyük tepeler genellikle savunma yapıları, yerleşim alanları ve zanaat üretimi için belirlenmiş alanlar kabul ediliyordu. Bu yerleşimler, Urnfield kültürel alanı içinde ve ötesinde mal ve fikir alışverişini kolaylaştıran ekonomik faaliyetlerin odak noktalarıydı.
Urnfield toplumunun ekonomik temeli hem tarım hem de hayvancılığa dayanıyordu. Arkeobotanik araştırmalar arpa, buğday ve darı başta olmak üzere çeşitli tahıl ürünlerinin yetiştirildiğini, ek olarak sığır, domuz ve koyun gibi hayvanların evcilleştirildiğini göstermektedir. Ormanların ve madenlerin işletilmesi, sosyo-ekonomik gelişime önemli katkıda bulunmuştur.
Urnfield kültürü içindeki mezarların yapısı ve çokluğu, hiyerarşik bölünmelerle karmaşık bir sosyal yapıya işaret eder. Genellikle silahlar, mücevherler, çömlekler ve diğer prestijli eşyaların eşlik ettiği cenaze törenleri, statü sembollerinin ve seçkin bir sınıfın varlığını işaret ediyor.
Urnfield kültürü içindeki din ve inanç sistemleri, sınırlı kanıtlar nedeniyle bir bilmece olmaya devam ediyor. Ancak mezar eşyaları ve ölü gömme göreneklerinden yola çıkarak bazı çıkarımlarda bulunulabilir. Örneğin mezarlara silahların ve kişisel süs eşyalarının dahil edilmesi, öteki dünyaya olan inancın sinyallerini vermektedir.
Urnfield kültürünün düşüşü, bilim insanları arasında devam eden bir tartışma konusudur. İklim değişikliği, göç, bölgeler arası çatışmalar ve yeni kültürel ve sosyal kimliklerin ortaya çıkışı da dahil olmak üzere çeşitli faktörler, yok oluşun potansiyel katalizörleri olarak ortaya atılmıştır. Tek bir nedeni saptamak zor olsa da Urnfield kültürünün kademeli olarak ortadan kalkması, Orta Avrupa’da sonraki arkeolojik kültürlerin yolunu açmış ve sonuçta Demir Çağı’nın ve yeni toplumların oluşumuna katkı sağlamıştır.
- ALBERT, Siegfried “Urnfield Culture in North Württemberg” Philosophy and History, 1974, 7.1: 61-63